Biz bir ressam, bir sanatçı ile görüşmek üzere gittiğimiz bu sohbette, karşımıza
sadece bir sanatçı değil aynı zamanda sanatın gelişimine fiili anlamda oldukça
katkılar sunmuş duyarlı bir hanımefendi çıktı. Biz yaptığımız sohbetlerde her
zaman kişilerin yaptıkları işlerin dışında da toplumsal fayda sağlamak adına bir
şeyler yapması gerektiğine inanmışızdır ve bu nedenle sohbet
gerçekleştireceğimiz insanları bu tür insanlardan seçeriz. Bu noktada Nazan
AKPINAR hanımefendi ancak bu kadar konuya muhatap biri olabilirdi diye
düşünüyoruz. Kendisiyle yakın zamanda da başkanlığını yapmış olduğu ve tekrar
ayağa kalkmasında oldukça emekleri olan, Osmanlı döneminde kurulmuş Güzel
Sanatlar Derneği vesilesi ile de sohbetimiz olacak.
Sanat hayatınıza başlamanızda ki etken faktörler nelerdi?
Benim ressam olmamda belki en büyük etken, diğer sanatçılardan farklı olarak,
sanatçı bir ailede doğmam oldu. Babam Güzel Sanatlar Akademisin, yani bugünkü
Mimar Sinan Üniversitesi’nin Fresk Bölümünü kuran kişi. Kendisi 1933 yılında
Paris’ten geldikten sonra bu atölyeyi kurmakla görevlendirilmiştir.
Annem akademide altı yıl eğitim gördükten sonra 1941 yılında İstanbul’da altı
yıllık bir öğrenci iken babamla evlenmişler ve bir yıl sonra da ben dünyaya
gelmişim. Dolayısıyla ben her zaman sanatın içerisinde oldum. Nedense bazı
sanatçılar atölyelerini evlerinden ayırırlar ama biz aile olarak hiçbir zaman
böyle bir ayrım yapmadık. Yani, hem evimiz hem de sanat atölyemiz hep beraber
olmuştur. Bu şekilde her zaman, evde bir odadan bir odaya geçtiğim zaman, bir
atölyeden bir atölyeye geçer şekilde kendimi bulabiliyordum ve bu durum beni çok
etkilemiştir.
Küçükken de resimler yaptım ve çocuk resimleri yapmayı severdim. Amerikan
Koleji’ni bitirdikten sonra üniversiteye gittim ve biraz enteresandır branşım
sosyoloji bölümüydü. Akademi’ye girmedim ve babam da beni hiç zorlamadı. Özgür
irademle aldığım kararlara ailem her zaman saygı göstermiştir. Bu arada, sağlık
nedeniyle üniversiteyi bırakmak durumunda kaldım. 1966 yılında evlendim ve bu
noktada eşim beni resim yapmam konusunda çok desteklemiştir. Bu şekilde bir
başlangıç süreci geçirdim ve ondan sonra hiçbir zaman resimden ayrılamadım.
Sosyoloji eğitiminizin resim adına gözlemlemenizde etkisi oldu mu?
Kolejde ek dersler vardı ve son sınıfta “sosyal problemler” diye bir ders vardı.
Ben onları almıştım ve cezaevleri, akıl hastaneleri, gecekondu muhitleri gibi
yerlere hocamız bizi götürürdü. O zamanki şartlar bugünkünden çok daha ağırdı. O
günleri ve gördüklerimi hiç unutmadım, hatta Akıl Hastanesinde gördüklerim bazen
rüyalarıma girerdi. Aslında, lisede okuyan çocuklarımıza “sosyal problemler”
dersinin okutulmasını çok isterdim.
Üniversitede Prof. Şazi Köse Mihal ve Doç. Cahit Tanyol gibi çok iyi hocalarımız
vardı. Sosyoloji eğitimi bana farklı bir görüş açısı kazandırmıştır. Kendi adıma
hâlâ toplumsal olaylarla çok yakından ilgiliyimdir ama resimlerimde belki
bunları aksettirememiş olabilirim.
“Klasik resim eğitimi almış bir kişi ne tarzda resim yapar?” Örneğin, natürmort,
porte, peyzaj yapabilir ve benim de ilk resimlerim böyleydi. 1979 yılında
babamın vefatından sonra resim yapmaya devam ettim. O dönemde eşimle birlikte
açık havada resim yapardık ve o da bana başka bir bakış açısı kazandırmıştır.
Atölyede resim yapmakla, açık havada resim yapmak arasında çok büyük bir fark
vardır. Açık havada ışık değişimi olduğu için hızlı resim yapmak zorunda
kalıyorsunuz ve bu çalışma şekli sizi çabuklaştırıyor.
Hiçbir zaman öğrendiklerimle yetinmedim. Birkaç sene sonra yağlı boya resim
teknikler konusunda beş kişilik bir gurupla birlikte üç sene kadar Üstat Mahmut
Cüda’dan dersler aldık. Ayrıca, Atilla Tos ile bir sene boyunca, sadece
karakalem resim yaptım. 2002 yılından sonra iki sene Özkan Eroğlu’nun
karşılaştırmalı sanat tarihi seminerlerine katıldım.
Daha sonraki zamanlarda resim yapma bir moda haline geldi ve şimdilerde herkes
resim yapıyor. Aslında resmin moda olması güzel bir durum ama daha işin başında
olan insanlar kendilerini ressam diye tanıtıyorlar. Bu kadar kısa bir zaman
içerisinde hiçbir meslek kazanılamaz, layığıyla resim yapılamaz, ressam hiç
olunamaz. Bir yılda kişiler ancak amatörce bir şeyler yapmaya başlamışken ikinci
sene başkalarına resim dersi vermeye başlıyorlar. Bu dünyanın hiçbir yerinde
olamaz ama bizim memleketimizde olabiliyor. Tabi bu üzücü bir durum!
Ben bu durumun karşısındayım! İnsan resim öğrenir, yapar ve belki iyi resim de
yapabilir ama ressamlık farklı bir şeydir. Aslında bu durum her meslek için
böyledir. Benim her meslek dalına saygım var ama kimse kendini kandırmasın, bir
senede hiçbir meslek öğrenilemez. Bir sürecin olması gerekiyor ve her meslek
erbabının da bir eğitimden geçmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Kişi ya sağlam
bir altyapı kazanmalı ya da yapmayı düşündüğü mesleğin eğitimini almış olmalı.
Kimin maddi imkânı fazlaysa, kim kendini daha fazla gösterebiliyorsa onlar ön
planda olur vaziyette. Bu durumun karşısında olduğumu özellikle belirtmek
isterim. Yıllarca çalışan, emek sarf eden insanların bir şekilde ortaya çıkması
lazım, eğitim gören insanlara saygı göstermek lazım.
Resme yeni başlayan insanlara ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?
Önce, kendilerine yol gösterecek hocayı seçerken çok iyi bir araştırma yapmaları
ve mümkünse resim fakültelerini bitirmiş hocalarla çalışmalarını tavsiye ederim.
Her hocayla da çalışmak doğru değil diye düşünüyorum çünkü bazı hocalar yanlış
teknik uygulayabiliyorlar. Mesela, rasgele bir takvim yaprağından kopya bir
resim ya da popüler ressamlardan basmakalıp bir resmi yaptırıyorlar.
Eğitimci ressamlar, öğrenci oldukları dönemde nasıl basitten kademe, kademe
yükselerek öğreniyorlarsa, o bilgiyi daha konsantre bir şekilde, çok daha iyi
bir şekilde öğrencilerine aktarabilirler ve bu yolla çok daha iyi öğrenciler
yetiştirebilirler.
Ülkemizdeki sergilere toplumumuzun katılımını nasıl buluyorsunuz?
Maalesef toplumumuz bu tür sanatsal olaylara fazla ilgi göstermiyor.
Çocukluğumdan beri birçok yerde sergilere gittiğim ve gittiğim süreç içerisinde
de gözlemlerde bulundum. Bana Türkiye’de resim sanatına ilginin geliştiğinden
bahsediyorlar ama bu konudaki yıllara dayanan tecrübemden yola çıkarak bu
saptamaya katılmam ne yazık ki mümkün değil.
Eskiden sergiler daha az sayıda açılırdı ve galeriler de azdı. Öyle, gelişigüzel
sergi açılmazdı ve böyle olunca da açılan sergiler, itina ile hazırlanmış,
sergilenmeye değer eserlerle dolu olurdu.
İnanın, öyle iki senede, “ben ressam oldum, sanatçı oldum” deyip, kimse sergi
açamazdı. Bir şekilde maddi kaygılardan uzak bir şekilde sanata saygı
gösterilince, gerçek sanatçıların sergileri daha belirgin bir şekilde otaya
çıkardı.
Bir de o zamanki davetiyeler posta yoluyla yollanırdı ve bu şekilde kişiler
davet edilirdi. Böyle olunca da, daha samimi, daha şahsına münhasır olurdu.
Bütün bu itinalı, saygın süreç sonucunda o zaman ki sergilerimiz entelektüel bir
kesimin ziyaret yeri olurdu.
Resim alıcıları, sanatçıları tanıyarak resim alırlardı. Özellikle vurgulanması
gereken bir nokta da, o zamanlar resme ilgisi olan bir öğretmen de, bir doktor
da, bir muhasebeci de resim alabilirdi. Hiç unutmam, resimleri taksitle
verebilirdik. Yani, insanlar taksit borcuna girerek resim alacak kadar resme
saygı, ilgi gösterirlerdi. Bugün önüne gelen sergi açtığı için, gerçek sanatçı
ile popülerlik peşinde koşanın ayrımı kalmadı, böyle olunca da sergilerin bir
kıymeti kalmadı.
Bizde her şey belirli kalıpların içine sokularak, bir moda olarak lanse ediliyor
ama bana göre özgür sanat moda olmamalı. Mesela, bir dönemde herkesin büyük
resim yapması empoze edildi ve eğer siz küçük resim yaparsanız pek değerli
olmuyordu. Bunun gibi, 1950’li yıllardan bu yana ressamlar soyut resim yapılması
gerektiğine inandırılmış ve bu kalıp dışındaki resimler makul görülmemiş.
Sanatın böyle özgünlükten uzak bir şekilde empoze edilmesi, sanata duyarlı
insanları, sanatçıları kırdı, şaşırttı. Devlet sergilerine katılan sanatçılar,
hatta isim yapmış olan sanatçılar bile elendiler çünkü resimleri soyut değildi.
Türkiye’de böyle sanat adına uygun olmayan şeyler oldu. Avrupa’da böyle bir şey
olamazdı çünkü sanatın özgün olması gerektiği düşüncesi orada yerleşmiş bir
düşünceydi. Ben bütün dünyaya bakıyorum, takip ediyorum ve her tarz resim eğer
iyi ise, belli bir altyapısı varsa değerlidir; hepsinin farklı farklı takipçisi
vardır.
Resim yapan insanları “illa belli bir tarzda resim yapacaksın” diye baskı
oluşturarak zorlamamak lazım. Ressamlarımız istedikleri türde resmi, özgürce
sergilerine koyabilmeliler. Ancak bu şekilde sanatın, sanatçının gerçek kimliği
ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, modernist bir akıma uyularak yapılan büyük bir
resim, sadece boyadan ibaretse o resmin hiçbir anlamı yoktur. Eğer siz tualinizi
layıkıyla doldurabiliyorsanız, yaptığınız resmin bir konusu varsa o zaman mesele
yok ama insan kendini bir akımın getirdiği mecburiyetle belirli bir kalıpta
resim yapmak zorunda hissediyorsa onun sonucu ortaya çıkan güzel olamayabilir.
Resme akademik bir eğitimle başladım ama zaman içerisinde resim tarzım da
değişiklik oluştu. Yine, realist ama daha farklı bir tarza yöneldim. Resim yapan
kişi sürekli kendini yenileyerek bir arayış içinde ise, o zaman farklı tatlar
denemesi bence çok da yerinde olur diye düşünüyorum.
Şimdi, bir de resimde alaylı ve okullu meselesi vardır. Bana göre resimde,
sanatta böyle bir ayrım çok yanlış. Bu noktada kişinin yaptığı resimlere bakmak
lazım, eğer bir kişi iyi bir resim yapabiliyorsa bana göre makuldür.
Birkaç sene evvel New York’ta açılan dünya resim fuarında Japonya’yı temsilen 10
kişi gönderilmişti. Bu 10 kişinin içinde okulludan çok kendini yetiştirmiş
kişiler vardı. Yani, gidenlerin 4 tanesi Sanat Okulu mezunu ise, 6 kişisi
kendini yetiştirmiş kişilerdi. Bunlar Japonya’yı temsil edebilecek nitelikte
resimler veriyorlardı ki Japon hükümeti onları yollamıştı. Bu ve bunun gibi
örnekler, okullu, alaylı diye bir ayrımın olmaması gerektiğini gösteren
örneklerdir.
“Sanatçıysanız, toplumun sorunları ile ilgili resimler yapmanız gerekir.”
Şeklinde bir öngörüyü de kabul etmiyorum çünkü insanları “illa böyle yapacaksın”
diye mecbur edemezsiniz. 2010’da Taksim Sanat Galerisinde açtığım bir sergide
şöyle yaptım. Özgün bir şekilde resimlerimi sergiledim ve o günkü yaşanan
olayları göz önüne alarak, kişilerin “Bu kadın da ne kadar vurdumduymaz birisi,
sanki hiçbir şey yokmuş gibi böyle doğa resimler üretmiş.” diye
düşünebileceklerini göz önüne alarak, bir yazı yazdım ve giren kişilerin
görebilecekleri bir şekilde serginin duvarına astım. Savaş da dâhil olmak üzere,
her şeyi yazdım, sıraladım ve memleketimde olanlara kayıtsız kalmadığımı ama
insanların biraz da olsa umuda ihtiyaçları olduğuna vurgu yaptım. Hayatımız
içerisinde zaten problemlerle sürekli karşılaşıyoruz. Bir de, her seferinde
sanatta da problem dolu manzaralar ortaya konursa insanlar depresyona girerler.
Benim yazımı sergiye gelen gençler okumuşlar. “İyi ki bu yazıyı asmışız, şimdi
resimlerinize başka bir gözle bakıyoruz” dediler. Bu beni çok memnun eden bir
olaydır.
8 Mart’ta da “Kadına Şiddet” konusunda Güzel Sanatlar Birliği olarak sergi
açtık. Herkes kendine göre bu konuyu işledi. Bu sergide ben de “endişeli
gözlerle bakan Kapadokyalı bir kız” resmimle katkı sundum. Küçük gelinlerden o
sırada çok bahsediliyordu; o konuyu da sembolik olarak anlatmayı tercih ettim.
Size göre sanatın kişilik gelişimine katkısı var mıdır?
Her kişi illaki sanat yapılacak diye bir şey yok, sanata izleyici de olunabilir.
Açılan sergilerde birçok kişiyle konuştum. Başta hiçbir şey bilmiyorlar ve
anlamıyorlar fakat zaman içerisinde resim sergilerine gide, gide “yapamayız, bir
çizgi bile çizemeyiz” diyenler dahi, zamanla o kadar resim sanatını
benimsiyorlar ki, sergileri devamlı takip etmeye başlıyorlar. Sonrasında,
kendileri de bu güzelliği fark ediyorlar ve zaman içerisinde bazı resimleri bazı
resimlerden, “bunları daha az seviyoruz, bunları daha çok seviyoruz, bunlar bize
hitap ediyor, bunlar hitap etmiyor” şeklinde ayırt etmeye başladıklarını
söylüyorlar. Aslında bu şekilde belki de farkında olmadan daha önce farkına
varamadıkları bir dünyaya girmiş oluyorlar.
Anadolu’ya sık sık otobüs yolculukları yaparım ve hep etrafı, manzaraları
izlerim. Bazıları seyahat ederken hiç bu güzellikleri fark etmez, elindeki
telefonlara veya gazetelere bakarlar.
İnsanımız sanatla ilgilenirse şimdiye kadar fark etmedikleri bazı incelikleri,
naiflikleri fark ederek daha yumuşak huylu olabilirler, sinirli halleri
azalabilir. Fark etmedikleri birçok toplumsal olayı fark edebilir, yanlış
yorumlayamadıkları birçok konuyu daha doğru yorumlayarak dogmalarını
aşabilirler. Mesela, ruhsal bunalıma giren birçok hastaya resim yaptırıyorlar ve
bu yolla birçok hastada müspet ilerlemeler sağlayabiliyorlar. Eskiden
şifahanelerde müzik dinletilirmiş, su sesleri dinletilirmiş. Sonuç olarak her
türlü sanatın mutlaka kişilik gelişimine bir katkısı vardır.
Bakın, sonbaharda Edirne'de sergi açacağız, Edirne resimlerinin daha ilgi
çekeceği düşüncesinden hareketle Edirne’nin anıtları ile ilgili birkaç resim
yapmak istiyorum ve bunu düşünüyor olmam çok güzel bir olay aslında. Böylelikle
zihnim boş kalmıyor ve bir açıdan zihinsel egzersiz dahi yapmış oluyorum.
Peki, size göre sanatın toplumsal gelişime katkıları nelerdir?
Eğitime çok inandığım için yine okuldan başlamak lazım. Yani eskiden müzik,
resim dersi vardı ve çok ciddiye alınan derslerdi ama şimdi duyuyoruz,
görüyoruz, gerekli önem verilmiyor diye düşünüyorum. Halbuki müzik, resim ve
jimnastik dersleri olsa diğer derslerine de mutlaka katkısı olacaktır. Kişinin
zihnini boşaltacak, rahatlayacak ve diğer derslerini daha iyi çalışacaktır.
Öğrencilerin durumları çok iç açıcı değil. Bunlar ruhsal bakımdan insanlar için
gerçekten çok gerekli şeyler.
Resim ya da sanatın gelişimine yönelik çalışmalarınız oldu mu?
Benim resim sanatının gelişimine katkım konusunu, 1985 yılından beri, 29 senedir
başkanlığını yaptığım Güzel Sanatlar Derneği’nden kısaca bahsederek aktarayım.
Derneğimiz 1909 yılında İkinci Meşrutiyet döneminde kurulmuş. O zamanki Osmanlı
ressamlarının birlikte hareket etmesi, birbirleri ile yardımlaşmaları amacıyla
kurulmuş bir dernektir.
Derneğin kuruluşunda Halife Abdülmecid'in çok yardımları olmuştur. Daha önce
Osmanlı'da hep yabancı ressamlar sergiler açmışlar. Türk ressamlarının
başlangıcı askeri okullarda olmuş. Oradan mezun olanlar ve diğer ressamlar bir
araya gelip bu Cemiyeti kurmuşlar ve dernek 1923’de Cumhuriyetin kuruluşundan
itibaren “Türk Ressamları Cemiyeti” adını alarak yapısında hiçbir değişiklik
yapmadan, gelişerek yoluna devam etmiştir.
Türkiye’deki ilk toplu resim sergileri 1916 yılında Galatasaray Lisesi’nde, okul
tatilken sınıfları sergi salonu haline getirerek açılmış çünkü o dönemde böyle
bir sergiye uygun salon yokmuş. Bu durum 1950 yılına kadar devam etmiş ve
bakıldığında Türk hükümetlerinin sanata karşı ne kadar ilgisiz olduğunu gösteren
bir tablodur. Koca İstanbul’da 1950 yılına kadar bir sergi salonu bile açılmadı.
1950 yılında Taksim Belediye Galerisi’ni belediye açıyor ama yazık ki böyle bir
mekânı şimdi güzelce yıktılar. Teker, teker yok olan bu tür mekânlarımızın
arasına o da katıldı. O galeri yıllarca sanata büyük hizmetler verdi ve izin
verselerdi daha da hizmet verecekti.
Galeri üç salon halindeydi ama daha sonra iki salona indirildi. Çok cüzi
kiralarla hizmet veren, bakımlı, nöbetçisi, müdiresi olan bir yapıydı. Bütün
çevredeki iş muhitinden insanlar, turistler ya da sanatla ilgili tanımadığımız
kişilerin gelip resim aldıkları güzel bir mekândı ama şimdi “tıpkı Atatürk
Kültür Merkezi gibi” yok oldu gitti. Taksimde biz ressamlara sadece Cumhuriyet
galerisi kaldı ve onu da herkese vermiyorlar. Burayı ancak kurumlar
kiralayabiliyor ve sanatçıya galeri açacak yer neredeyse kalmadı. Tabi özel
galeriler hariç!
Benim katkılarıma gelince, “aslında benim katkılarım demekten ziyade
arkadaşlarımla birlikte katkılarımız demek daha doğru olur” ki şöyle oldu; Türk
Ressamları Cemiyeti döneminden sonra bu yapı Türk Sanayi-i Nefise Birliği diye
genişlemiş. Tiyatro, müzik, mimarlık bölümü, ressam ve heykeltıraşlar hepsi bir
arada büyük bir kurum olmuş. Sonra devam etmemiş çünkü mimarlar ayrı bir grup
kurmuş, müzisyenler Senfoni Orkestrasını kurmuşlar, ressamlarda 1973 yılından
itibaren Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği adıyla devam etmişler.
1980 yılında 12 Eylül’den sonra dernekler kapanınca Güzel Sanatlar Birliği Resim
Derneği’de kapanmıştı. Daha sonra Derneğin açılması, yeni tüzük yapılması,
hepsiyle ben uğraştım. Daha evvelki başkanımız Nazlı Ecevit’ti, kendisi Bülent
Ecevit'in annesiydi ve yaşlı olduğu için ilgilenemiyordu. Ben ve arkadaşlarımız
bu Derneğin yeniden açılmasını sağladık. Bu noktada Türk sanatına bir katkı
sunabildiysek ne mutlu! Çalışmalarımız halen devam etmekte olup saygın yerlerde
sergiler açmaya devam ediyoruz. Bu benim çok üzerinde durduğum ve çok önem
verdiğim bir konudur.
Ayrıca bizim eskilere dayanan geniş bir arşivimiz var ve bunu da bir sponsor
desteği ile kitaplaştırmak istiyoruz. Türk sanat tarihinin gelişimini belgelerle
ortaya koyabilecek bir kitap olacak ve bu arşivden öğrenciler de oldukça
faydalanacak diye düşünüyoruz. Öğrenciler sürekli mastır tezi çalışmaları yapmak
için bizim ofisimize gelip çalışmalar yapıyorlar. Bunun yanı sıra bazı
tanınmamış ressamlarımızı bünyemize alarak onların bir yerde yetişmelerini,
akabinde tanınmalarını sağlıyoruz. Bünyemizde yetişen ressamlarımız zaman içinde
kişisel sergiler açar duruma geliyorlar.
Ayrıca burada, Büyükada’da “Adalı Ressamlar Sergisine” arkadaşlarımızla
katkılarımız oldu. 50 sene Anadolu Kulübünde devam ettik, ondan evvel de
İsplandit Palas vardır onun karşısında şimdiki Kahve Dünyası var, işte Adada ilk
sergiler burada açıldı.
Bu sergilerde kimler vardı? “Tabi o dönemde ben çocuktum.” Çallı İbrahim
Feyhaman Duran, babam Aytullah Sümer, Şeref Akdik, Hamit Görele, Kemal Zeren
gibi çok önemli ressamların resimleriyle sergiler bir müddet devam etti. Daha
sonraları bu sergiler Anadolu Kulübünde açıldı ve beş yıldan beri de Adalar
Kültür Derneği Sanat Galerisinde Yapılmaktadır. Anadolu Kulübü kulüp olduğu için
dışarıdan girmeye çekinme durumu oluyordu. Ağustos ayında, iki grup halinde
“Adalı Ressamlar Sergileri” yine olacak.
Bunlar da bizim sanata olan katkılarımız diyebilirim. Canla başla, elimizden
geldiği, gücümüzün yettiği kadar yıllardır çalışmaktayım ve hala da çalışmaya
devam ediyorum.
Burcu
VARER
burcu@yasamvetoplum.com
burcu@yasamvetoplum.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder