Pozitif Yaşam Derneği - Nejat Ünlü Röportajı - Yaşam ve Toplum Haber
yasaam-ve-toplum-haber7

Post Top Ad

Post Top Ad

Pozitif Yaşam Derneği - Nejat Ünlü Röportajı

Paylaşın Başkaları Da Bilgilensin
Pozitif+Ya%25C5%259Fam+Derne%25C4%259Fi+-+Nejat+%25C3%259Cnl%25C3%25BC
Dernek içerisine giriş sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Şöyle söyleyeyim 2003 yılında derneklere mali fon sağlamaya yönelik çalışan bir aktivisttim açıkçası. O dönemde 1, 2 oluşumun dernekleşmesi gerekiyordu ve onlara yardımcı oldum. Dernek nasıl kurulur, tüzük nasıl hazırlanır, yönetim nasıl yapılıyor, prosedürleri nedir? diye. Bu süreç içerisinde iki tane arkadaşım beni buldular ve bana dediler ki “biz de bir dernek kurmak istiyoruz ama ne yapacağımızı bilmiyoruz”. Bu Arkadaşlarımla birlikte kuracakları dernek konusunda birkaç toplantı yaptık, hatta hiç unutmuyorum aralarından birisi avukatı. Birkaç toplantının sonunda bu arkadaşlarım HIV+ adında bir Dernek kurmak istediklerini söylediler. Dernek kurmak isteyenlerin son derece gizli olduğunu, isim bile veremediklerini, kişilerin imza vermediklerini, nasıl onlara ulaşabileceğimizi ve nasıl dernek kurmaya ikna edeceğimizi konuştuk. O zaman durum gerçekten çok vahimdi 2002-2003 yıllarında bahsediyorum.

Aslında konu hakkında o dönemde benim de çok bilgim yoktu. Yani kişi bir virüs alıyor ve bu virüsten dolayı bir süre sonra ölüyor şeklinde çok yetersizdir bilgi vardı bende de. Fakat yine de “tamam” dedim. Bununla birlikte tabi ki tabanda da görüşmek gerekiyordu. Yani dernek oluşumundan o kişilere bahsetmemiz gerekiyordu ki imza attıkları şeyin ne olduğunu tam olarak bilsinler. Sonuç olarak, sağlam tabanlı bir sivil toplum kuruluşu oluşturamazsak ileride bunun sorun yaratacağı çok açıktı.
Bize İnsan Kaynaklarını Geliştirme Vakfında bir toplantı ayarladılar ve ben de o toplantıya katıldım. Tabi o dönemde konu hakkında yetersizliğimden olsa.com/blogger_img_proxy/ gerek benim toplantıda beklediğim kişiler travesti, transseksüel veya gay tiplerdi. Fakat şaşırtıcı bir şekilde toplantıya gelenlerin hepsi kadındı. 10-12 tane kadın vardı gerisi ise çocuktu. Yani biz orada ben de dahil olmak üzere 2, 3 erkeklik.

Katılımcı olanların hepsini teker teker HIV virüsünün ne şekilde kaptıklarını anlattılar. Bunların içerisinde kocasından alanlar vardı, başka cinsel yollardan alanlar vardı, uyuşturucudan alanlar vardı ama her ne yolla alırlarsa alsınlar her birinin yaşadığı ciddi hak ihlalleri ve problemlerle doluydu. Birçoğu kendilerinden çok çocukları için korkuyorlardı çünkü ben ölürsem bu çocuklar ne olacak diye düşünüyorlardı.
O gün bu konuşmaların sonunda hep beraber birbirimize sarılıp ağladığımızı çok iyi hatırlıyorum. Bu olanlar çok insani bir durumdu, çok insani bir çağrıydı. Bu olanların sonunda kendim adına doğru bir yerde olduğunu ve gerekli olanı sonuna kadar yapmak durumunda olduğunu çok iyi anlamıştım ve bunu sindirmiştim.
Evet, birçok konuya hassasiyet göstermemiz gerekiyor ama o dönemde bu konu gerçekten acildi. Oradakilerin anlattıkları yaşanan olaylar o kadar acı ki ve benim başıma gelmeyeceğini asla söyleyemem ve bunu hiç kimse de söyleyemez. Hatta en yakınlarımızdaki kişilerin ailemizin başına gelmeyeceğini de söyleyemeyiz çünkü çok sinsi bir hastalık bu.

Bakın beni o toplantıda duyduklarım inanılmaz hak ihlalleriyle, yani yaşayan bir insanın başına gelmemesi gereken, hiçbir şekilde gelmemesi gereken hak ihlalleriyle doluydu. Bu noktada bir şeyler yapabilecek olan kişilerde HIV konusunda deşifre olmak istemiyorlardı çünkü toplumda HIV virüsüne karşı büyük bir önyargı vardı.

Bu insanların tedavide ve ilaç bulmacada da oldukça sorunlarının olduğunu ayrıca gördüm ve böyle bir hastalıkla mücadelede ilaç ve bilinçli olabilmek oldukça önemli. Tabi aslında bu birçok hastalık için de aynı şekilde olsa gerek diye düşünüyorum.

Bakın, o dönemde bu ilaç bulamamayla ilgili size bir durumu aktarayım. O tarihlerde devlet memurları reçetelerini kendi kurumlarına götürmek zorundalardı ve ancak bu şekilde ilaçlarını alabiliyorlardı. Bu nedenden dolayı, yani deşifre olma korkusundan dolayı birçok memur ilaç alamamıştır ki bunların içerisinde polisler, avukatlar, öğretmenler, hemşireler, doktorlar yani devlette çalışan her kişi bu önyargı, bu yaftalamayla, fişleme ile karşı karşıyalardı.

Derneğin ileriki dönemlerinde nelerle karşılaştınız?

Uzun bir süre 2002 ile 2005 dönemleri arasında bu hastalığın ne şekilde topluma lanse edeceğimizi, hangi sorunları ne şekilde açabileceğimiz, toplumda kabul görmesi için ne şekilde aktiviteler yapabileceğimizi tartışma ile geçti.

Bu zaman zarfında yavaş yavaş gruplar oluşmaya başladı. Hatta on beş kişilik bir grup vardı ama bunlar HIV ile ilgisi olmayan bir gruptu. Tabi biz konuyla daha ilgili olan kişilerin derneğin kuruluşunda bulunmasını istiyorduk fakat zam içerisinde daha sonra sekiz kişilik bir grup oluşturduk. İnternet yavaş yavaş ilerlemeye başlayınca ülkemizin ve dünyanın birçok yerinden insanlar HIV virüsü hakkında konuşmaya, tartışmaya başladılar. Benim bu süreçteki katkım Aslında daha çok teknik, proje yazma, proje geliştirme düzeyinde oldu.
Bizim Derneği kurmamızdaki en önemli sebeplerden biri, kişilerin tedaviye ulaşabilirliklerini sağlamaktır. İşte siz bu amaçla yola çıkıp insanlara dernekçilik yaptırmaya kalkışırsanız onlarda bir zaman içerisinde yorumluyorlar ve “benim işim bu değil, ben bunu yapmak için gelmedim ki” diyorlar. Halen de bizim Derneğe baktığımız zaman sanki bir bakkal zihniyeti var. İnsanlar sanki peynir, ekmek almaya giydirmiş gibi, “benim şu ilaca, bu ilaca ihtiyacım var” deyip ihtiyaç ihtiyaçlarını karşılamak için geliyorlar. Yani, tabi biz isterdik ki insanlar bir bakkala geliyormuş gibi değil, onların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışan insanların bulunduğu bir yere geliyormuş gibi kendilerini de bu işin bir parçası olarak görmelerini istedik.
Bu durumda tabi oldukça vahim bir durumdu. Kişiler ihtiyaçlarını karşılıyorlar ve kendi gibi olanlar için herhangi bir şey yapmıyorlardı. Tabi bu durum belirli bir idealle yola çıkan insanlar için bir miktar motivasyon bozukluğu yapmıyor muydu? “Yapıyordu” ama gerekli olanı biliyor ve buna insanların ihtiyacı olduğunu biliyorsanız yapabileceğiniz çok bir şey olmuyor. Siz sadece belirli bir sorumlulukla işinizi yapmak durumunda kalıyorsunuz.
Teorik olarak bir şeyler yapmak isteyenler tabi ki vardır ama yaşadıkları hastalığın, HIV virüsünün toplum tarafından kabul görmemiş olması, deşifre olma korkusunu da yanında getiriyor ve bu korkudan dolayı kolay kolay hiçbir çalışmaya katılmıyorlardı ki bu durum gönüllü katılımcılarımız açısından halen de çok fazla değişmiş değildir.
Yaptığımız çalışma içerisinde en fazla motivasyonumuzu bozan aslında yukarıda anlattıklarım değil. Bizim çalışmamız sırasında tabi insanlar bu hastalıktan ölüyorlar ve onların ölümlerini görmek sizin motivasyonunuzu oldukça bozuyor. 20 - 25 yaşlarında gencecik insanların öldüğünü görmek, dostlarınızı kaybetmek tabi bunlar oldukça zor şeyler ama her şeye rağmen yolunuza devam etmek durumundasınız.
Sonuç olarak baktığımızda bir çok kişiye ulaştığımızı ve bu birçok kişinin hayatını değiştirdiğimizi görmek de ayrıca bir motivasyon. Tabi ki bugüne kadar binlerce insana ulaştık ve binlerce insanın hayatını değiştirdik. Belki de bu insanların hayatlarına dokunmamış olsaydık bu insanların birçoğu intihar edebilecekti ki biz bu örnekleri de geçmişte oldukça yaşadık.

Bakın bir şeyler yapıyorsanız gerçekten bir şeyler doğru bir şekilde gidiyor ama eğer bir şeyler yapmıyorsanız o doğru olanların tamamen yanlış bir şekilde gidiyor ve başka şeyleri de etkileyerek oldukça ters durumların oluşmasına, hayati anlamda sorunların oluşmasına sebebiyet verebiliyor.

Bu noktada bildiğimiz kadarıyla sizin insanları buluşturmak adına akran danışma hattı ve body link projesi gibi projelerimiz var bunlardan da biraz bahseder misiniz?
Katılımcı sayıları, ihtiyaç sahibi insanların sayıları arttıkça tabi bizim de gücümüz bulunla orantılı olarak oldukça arttı. Bununla birlikte bu konu hakkında çalışan Sivil Toplum Kuruluşunun da olmadığını düşünecek olursak işimizin ağırlığı biraz daha anlaşılır diye düşünüyorum.
Bu iş yükünü azaltmak adına daha fazla insana, daha fazla yardımcı olabilmek, bu konuda tecrübeli HIV virüsü ile yaşamayı başarmış kişileri seçtik. Tecrübe sahibi her bir kişiye beş tane danışan bağlayarak dertlerini anlatmalarını, sorunlarını paylaşmalarını sağlamaya çalıştığımız bir projedir. Bu noktada herhangi bir sorun yaşadıklarında bu bağlı oldukları tecrübe sahibi kişiye gitmeleri ve eğer orada bir çözüm bulamazlarsa o vakit Derneğe veyahut Dernek’teki hocalarımızdan birine başvurabilmeleri şeklinde bir düzen oluşturmaya çalıştık.
Çalışmanın ilk etabında tecrübe sahibi olan 10 - 15 kişi bulduk ve bu kişileri de bulmak yine oldukça zor oldu ama bu çalışma zamanla ilerledi, başarılı da olmadı değil ama umduğumuz başarıya da ulaştığımızı söyleyemeyeceğim. Nedenini gelince;  insanlar çok fazla aramadılar, çok fazla sorunlarını paylaşmadılar. Sanırım kendi içlerinde çözebileceklerini düşündüler ama bizim tavsiyemiz kişilerin kendi içlerinde çözme çabasına gitmektense bu tip tecrübe sahibi insanlardan destek almalarıdır. Bu şekilde düzelmek adına daha hızlı yol almalarını mümkün olabilir. Dahası bu yolda ilerlerken yalnız olmadıklarını bilmeleri o yolu kat etmelerinde daha fazla o kişilere yardımcı olacaktır.
Bu sorunun altında tabi ki bizim insanımızın çok fazla sosyal olmaması da yatıyor. Genele baktığımızda HIV virüsüne sahip olsun, olmasın kişilerin sosyal olmadığını sivil toplum kuruluşlarınıa katılımcı olmadığını çok net bir şekilde görmektesiniz. Bu da toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Pozitif Yaşam Derneği’nin ismindeki pozitif kelimesi size göre ne anlam ifade ediyor?
Aslında orada şöyle bir çelişki var. Herhangi bir kan testine gittiğiniz zaman kanınızda olan bir şey için pozitif tanısı konur. Mesela hepatit pozitif gibi, HIV pozitif gibi ve bu sizin kanınızda o virüsün olduğunu gösteriyor ama tabi pozitif aynı zamanda iyi bir şeyi temsil ediyor. Dolayısıyla biz Derneğin ismini koyarken bu pozitif kelimesini kullandık çünkü bu bir yandan hayata pozitif bakmak anlamında da kullanılıyor. Diğer yandan HIV virüsünün sizde bulunduğunu da gösteriyor böyle bir çelişki içinde barındırıyor. Dolayısıyla biz bu düaliteyi kullandık ve çok da güzel oldu diye düşünüyoruz.
Konuyla ilgili bir bankaya veya devlet dairesine gittiğimizde, “Ne güzel derneğinizin adında pozitif kelimesi var, biz de size katılmak istiyoruz.” şeklinde söylüyorlar ama daha sonra bunun aynı zamanda bir kişinin HIV virüsüne sahip olduğunuzu gösterdiğini söylediğimizde tablo tabi oldukça değişiyor. Tabi bu aynı zamanda toplumun konu hakkında ne kadar yetersiz bilgiye sahip olduğunu da gösteriyor.
HIV pozitif dediğimiz zaman çok fazla kişi bilmiyor ama AIDS dediğimiz zaman birçok kişi bu hastalığın ne olduğunu anlayabiliyor. Bu noktada tanım açısından bir açıklık getirebilir misiniz?

HIV aslında AIDS’e sebebiyet veren virüsün adı. İnsan bağışıklık sistemini çökerten bir virüs bu ve AIDS olarak kısaltılmış. AIDS’i şöyle düşünün; virüsü dün kaptık belirli bir süre pencere dönemi var, bu dönem içerisinde yapılan testlerde virüs kesinlikle kendini göstermiyor ve bu pencere döneminden sonra ciddi uzun bir süre “15 - 17 yıla kadar çıkabilir” hiçbir belirti vermeden virüs sizin vücudunuzda yaşayabiliyor. Ancak testle ortaya çıkabiliyor ama onun dışında hiçbir belirti vermeyen de biliyor. Çok sinsi, çok yavaş ilerliyor. Tabi pencere dönemi iki yılda sürebilir, dediğim gibi 17 yıla kadar da çıkabilir.  Bu sizin hem fiziksel şartlarınıza hem de genetik şartlarınıza, bulunduğumuz ortama, yediğinize, içtiğinize çok bağlı bir durum.

Virüsün tanımlanamadığı bu durumdan sonra AIDS dönemine giriyorsunuz.  O dönemde de vücudun solvent hücreleri kalmadığı için bir sürü hastalığı bir arada yaşamaya başlıyorsunuz işte o karışık dönem, o savaş dönemi de AIDS dönemi, AIDS tablosu diyoruz.

Bu noktadan sonra artık vücudun savunma sistemi çöktüğü için siz AIDS’ten ölmüyorsunuz ama kaptığınız herhangi bir hastalıktan veyahut kaptığınız birkaç hastalığın sonucu olarak çökmüş bir bedene sahip olmuşluktan dolayı hayatınızı kaybediyorsunuz.
Bir de HIV virüsüne sahip olan insanlara bir kesim toplum tarafından öcü gibi bakılması konusu var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Aslında virüsün bulaşma yolu, vücut sıvılarının bir kişiden diğer bir kişiye bir şekilde aktarılması yoluyla oluyor. Dolayısıyla havadan bulaşması diye bir durum mevzu bahis değil, uzaktan bulaşması diye bir durum mevzu bahis değil. “Yani nezle gibi bulaşan bir virüs değil.” Mutlaka vücut sıvılarının birbirine bulaşması gerekiyor ki bunun sadece meni yoluyla olduğu bilinir fakat AIDS kan yoluyla da oldukça bulaşabilen bir hastalıktır.
Bu noktada da bir örnek verelim. Diyelim ki bir AIDS hastasının kanı birçok kişinin bulunduğu bir ortamda yere veya bir masaya damladı. Bunun diğer insanlara bulaşma ihtimali hiç yok. Yani o kanla kişiler alıp ellerinde oynasalar, ona dokunsalar dahi kişilere HIV virüsü bulaşmaz. Bir bulaşmanın olabilmesi için ancak karşı tarafta da açık bir yara olması veyahut derisi oldukça tahriş olmuş olması gerekmektedir ancak o zaman o kandaki HIV virüsünün diğer kişiye bulaşma olasılığı olabilir.

Bunların dışında, bir de anneden bebeğe geçme olasılığı var ki o da bebeğin doğumuna kadar mevzubahis değil fakat doğumdan sonra yapılan testlerde bulaşma ihtimali olabiliyor. Bunlarda da dikkatli olunduğu takdirde HIV virüsü bebeğe geçmiyor.  Bu konuyla ilgili yaptığımız çalışmalarda 38 tane bebeğimiz bu virüsü kapmadan doğumları gerçekleşerek hayata devam ettiler. Böyle olmasının tek sebebi de bizim verdiğimiz destektir çünkü konu hakkında hastaneyi ayarlıyoruz, doktorları bilgilendiriyoruz, anneyi ve aileyi bilgilendiriyoruz. İşte ancak bu şekilde doğacak bebek güvenle HIV virüsünü kapmadan doğabiliyor.
Tabi bu konusunda milyonlarca dolarlık araştırmalar var ama aslına bakacak olursanız bulaşmaması için AIDS’ten kurtulmak için tek yapılması gereken en önemli şey bir liralık bir kondomdur.  Aslında bu kadar basit ama toplumda yeterli bilinç olmadığı ve “nasıl olsa bana bulaşmaz, nereden bulaşacak” bilinçsizliği olması nedeniyle bu hastalık kişilere ulaşabiliyor, bulaşabiliyor. Biraz önce bahsettiğimiz gibi tek yol bu değil, Ortadoğu ve Batı Asya ülkelerine baktığınız zaman madde bağımlılığı ile de bulaşması oldukça yüksek bir ihtimal. Madde bağımlısı kişilerin bağımlı oldukları maddeleri kendi aralarında da paylaşarak kullanmaları ile yani salya transferi yoluyla da insanlara bu virüs bulaşmaktadır. Türkiye’ye baktığımız zaman genelinde uyuşturucu yoluyla değil cinsel yolla ya da kan yoluyla bulaştığını yoğunlukta görülmektedir.

Aslında bu hastalık ilk önce Amerika’da eşcinseller arasında ortaya çıktı ve burada ortaya çıkışından sonra Türkiye’ye geldiğinde direkt eşcinsellerin arasında ortaya çıkabilecek bir hastalık gözüyle bakıldı. Hatta bu durumun hiç olmayacak bir şekilde bir kesimin de hoşuna gitti diyebiliriz. Nasıl mı? İşte “eşcinsellerin cezası da verildi” şeklinde düşünenler de oldu ve bu da tabi ayrıca cahilce ve vahim bir durum.

Fakat bu anlayışsızlık ve “benim başıma gelmez, ben eşcinsel değilim” bakış açısı bizim toplumumuzda en fazla kadınlara ve çocuklara zarar verdi. Dahası hala insanlar bize gelip “Ben eşcinsel değilim, bu virüs bana nasıl bulaştı?” şeklinde sorular sorabiliyorlar.

Sonuçta şu çok iyi bilinmelidir. Bu bir eşcinsel hastalığı değildir, yani sadece eşcinsellerin arasındaki cinsel irtibat yoluyla bulaşmaz. Her türlü cinsel irtibat yoluyla “karı-koca, sevgili vs.” bulaşabilir bunun iyi bilinmesi gerekir ve bu noktada gerekli her türlü tedbirin alınması son derece önemlidir. Ki bize göre bu noktadaki en önemli tedbir her zaman söylediğimiz gibi kondom kullanımıdır. Bu noktada bugüne bakıldığında AIDS hastalarının yarısının kadın olduğunu görmekteyiz. Daha önce de belirttiğim gibi Derneğin ilk kurulduğu dönemde Derneği kurmak isteyenlerin tamamının kadın olduğu bu manzarayı desteklemektedir.

Bu noktada mahalle baskısı faktörü bu hastalığa sahip insanlar için ne derece etkendir?

Bakın, diyelim ki birinin sizin mahallenizde AIDS olduğunu öğrendiniz direkt olarak o kişi mahallede fişleniyor ve dışlanıyor. Bununla ilgili size bir de yaşanmış örnek vereyim.  Yaptığımız bir kongre ile ilgili olarak bir arkadaşımıza Posta yoluyla davetiye gidiyor ve davetiye üzerinde de onu hazırlayan ajans böyle süslü püslü Türkiye’nin en büyük kongresi vs. şeklinde ibarelerle gönderiyor. Zarfı enteresan bir şekilde Postacı götürmemiş zarftan korkmuş ve böyle de olunca anlaşılan zarfı posta kutusu yerine yere atmış. “Bakın insanın inanası gelmiyor ama çok enteresan bir olaydır.” Bunun sonucu olarak tabi ki zarf o mahallede bulunan başka kişilerin eline geçmiş. Arkadaşım diyor ki, “Komşum çocuklarını benden uzaklaştırdı ve çok imalı bir şekilde bana bir zarf geldiğini ve ona bakmamı söyledi. Dahası ben her akşam gittiğimde onun çocuklarının severdim bu şekilde çocuklarını benden uzak tutmasına hiç anlam veremedim. Fakat daha sonra bana söylenilen mektubu alıp açtığında gelenin ne olduğunu gördüm ve bu olmadık, yersiz davranışın ne olduğunu o zaman anladım.” Şeklinde olanları üzülerek anlattı.

Düşünsenize, sadece bir mektupla dahi insanlar insanları bir hastalıktan dolayı dışlayabiliyorlar fakat bilmiyorlar ki o hastalık sadece vücut sıvısının başka bir vücuda transferi yoluyla oluşabiliyor. Bakın işte toplumdaki bu cehalet ve bilgisizlik ne yazık ki birçok AIDS hastasının intiharıyla sonuçlanmıştır.

HIV virüsü ile yeni tanışmış birine tavsiyeleriniz neler olur, bu virüsle nasıl mücadele etmesini tavsiye edersiniz?
HIV virüsü kaptıysanız ilk etapta laboratuvarda sizin elinize bir kâğıt tutuşturuyorlar ve siz HIV pozitifsiniz diyorlar ve sizi gönderiyorlar. Hiçbir şey söylemiyorlar yani orada da bir bilgilendirme olmadığı için nereye gideceğinizi tabi ki bilemiyorsunuz. Biz bu noktada, testten önce de testten sonra da bir danışmanlık hizmetinin verilmesi taraftarıyız çünkü o noktada kişiler tek başına üstesinden gelebilecekleri bir durumla karşı karşıya değiller.

Düşünsenize, yaşadığınız ülkede yıllarca bu hastalığın sahip kişilerin birkaç ay içerisinde öldüklerini bu hastalıktan hiçbir şekilde kurtulamadıklarını duymuşsunuz ve sonunda bir test sonucunda bu hastalığa sahip olduğunuz birden suratınıza söyleniyor. İşte bu nedenden dolayı mutlaka tekrar tekrar söylüyorum bir danışmanlık hizmeti şarttır.

Mesela, bulunduğumuz yıllarda da dahi kadınlardaki en büyük travma, “Ben yakalandığım bu hastalığı annemle ne şekilde paylaşacağım?” korkusu olmaktadır. Çünkü bu hastalık toplumda illa bir eş, cinsel yolla bulaşması şeklinde algılandı için kişiler bunu ailelerine dahi söyleyememektedirler ve içlerine attıkları için bu bir travmaya dönüşebilmektedir.

Tabi sadece bununla da sınırlı değil. “Ben ölürsem çocuğum ne olacak, eğitimi nasıl olacak, çevremdeki insanlar benim çocuğuma hangi gözle bakacak, nasıl davranacak?” Bunun benzeri birçok kaygıda bu hastalığın yanında size yük olmaktadır.
Pozitif+Ya%25C5%259Fam+Derne%25C4%259Fi+-+Nejat+%25C3%259Cnl%25C3%25BC7
Bununla ilgili bir örnek vereyim size bir kaç yıl önce İzmir’de bir çocuk ameliyatta verilen kan sonucunda HIV pozitif oluyor ve ailesi medyadan bir miktar para kapatabilmek için bunu haber olarak servis ediyor.  Hemen bunun arkasından çocuk okula başladığı ilk Pazartesi günü okulda hiç kimse yok, müdür dahi okulda yok. Bu vahim tabloyu düşünebiliyor musunuz? Fakat bununla da bitmiyor. Çocuğu okuldan alıyorlar, arkadaşlarından kopartıyorlar ve üç dört kişilik özel bir sınıfa yerleştiriyorlar. Çocuk hala ne için bu şekilde bir muameleye maruz kaldığını, neden bu şartlarda yaşadığını bilmemektedir.
Bakın, bir kişinin başına bu hastalığın gelmesi durumunda genelde ilk yapılan şey direkt internette bakıp araştırma olmaktadır fakat bu noktada da çok dikkat etmek gerekmektedir çünkü internet ortamında çok doğru bilgiler olduğu gibi çok yanlış, kişiyi yersiz vahamete sürükleyecek bilgiler de bulunmaktadır. Bu noktada bizim sitemize girerek en doğruyu bilgi alabilirler çünkü “damdan düşenin halinden damdan düşmüş anlar”.
Dernek olarak yaptığınız çalışmalardan biraz bahseder misiniz?
Bizim yaşam destek merkezimiz var. Arkadaşlarımız buraya geldikleri zaman herkese ücretsiz olarak verdiğimiz destekler var. Mesela, ileri derecede ise psikiyatrik desteklerde veriyoruz, bunun dışında bir beslenme uzmanımız var ve özellikle ilaçlardan kaynaklanan bir yan etki olursa o da bu konularda yardımcı oluyor ve bu da yine ücretsiz bir şekilde verdiğimiz hizmetlerdendir.

Bunların dışında, bir avukatlık hattımız var ve bu noktadan hukuki anlamda HIV virüsü taşıyan hastaların yaşadıkları hukuki sorunlarla da yine ücretsiz bir şekilde ilgileniyoruz. Bu aynı zamanda bir projedir Türkiye’nin yirmi iki ilinde, her ilde en az iki avukat olacak şekilde proje kapsamında çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu çalışma kapsamında, gerekçe göstermeden işten çıkartılan insanların işe alınması HIV virüsünden dolayı kaynaklanan insan hakları ihlalleri konularında hukuki çalışmalarımız devam etmektedir. Bizimle çalışan avukat arkadaşlarımızı proje bünyesinde İstanbul’a çağırdık burada onlara HIV virüsü hakkında bilgilendirme seminerleri yaptık ve bu seminerlerden de oldukça verimlilik aldığımızı düşünüyorum çünkü katılanlar neredeyse tamamen bu hastalık hakkında bilgi sahibi değillerdi.
Buna benzer bir çalışmayı da yine iller bazında “psikolojik danışmanlık” şeklinde de yaymaya çalışıyoruz. Önümüzdeki zamanlarda bu çalışmayı da bir proje halinde hayata geçirmeyi planlıyoruz çünkü bilindiği gibi HIV virüsü kapmış kişilerin toplumsal baskı nedeniyle sosyal sorunlar yaşadığı ve bu yaşanan sorunlardan dolayı intihar vakalarının görüldüğü bilinen bir gerçek halindedir. Bunların önüne geçilebilmesinin kesin olmasa da bir ölçüde çözümü kişilerin psikolojik destek almasıdır. Bu tür desteklerin faydalarını yaşayarak defalarca gördük.
Bir de kişilerin sosyal güvenlik sorunları yani sigortalı olup olmaması noktasında da destekler sağlayan bir birimimiz var. Bu birime de tabi ki oldukça iş düşüyor çünkü yine toplumun konuyu yeteri kadar bilmemesi nedeniyle HIV virüsü taşıyan kişiler neredeyse iş bulamamaktadır ve bundan dolayı birçoğu sosyal güvence sahibi olunmaktadır. Alınan ilaçların son derece pahalı olması bu insanların yeterli sağlık desteği alamamalarına neden olmaktadır.
AIDS konusunda ülkemizdeki yasal düzenlemeler ile ilgili olarak bir çalışmamız yürümektedir çünkü HIV virüsü konusunda halen ülkemizde yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Mesela diyelim ki bir kişi kasıtlı olarak başka birine HIV virüsünü bulaştırıldığını düşünelim. Bu konu hakkında halen yargı sistemimizde ne yapılması gerektiği konusunda net bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Böyle bir durumda, “tahkirle adam yaralama” üzerinden yargılama yapıyorlar. Aslına bakacak olursanız yasada gerekli düzenlemelerin olmaması nedeniyle artık orada konu ilgili hâkimin öngörüsüne kalmış oluyor.

Bu noktada 99 ülkenin yasalarını inceledik ve ilginçtir Pakistan ve Madagaskar yasaları bu konudaki en iyi yasalar olarak karşımıza çıktı ama oralarda da uygulanabilirliğinin olmadığını görüyoruz.
Bizde AIDS hastalığı hala 1928 hıfzıssıhha süreğen hastalıklar nezdinde değerlendirilmektedir fakat orada da ne yapılacağı tam olarak belirli değil.

Son olarak şunu söylemek lazım; Ne yazık ki HIV virüsü, AIDS hep başkalarının hastalığı olarak görülmekte ama şimdiki sayılara bakılacak olursa her yıl %100 hatta %125 katlanarak büyüyen bir hastalıktan bir virüsten bahsediyoruz ve bu oranlar dünya ortalamasının çok çok üzerindedir.  Önümüzdeki yıllarda bu sayıların daha da artmasından şüphe etmekteyiz. Dünyaya bakıldığı zaman Dünya Sağlık Örgütü önümüzdeki yıllarda her ülkenin HIV virüsüne sahip kişi oranını iki, üç ile çarpmasını, bizim ülkemiz benzeri ülkelerin altı, yedi ile çarpmasını söylemiştir.
Bakın bizde saptanamayan yani HIV virüsüne sahip olduğunu bilmeyen kişi sayısı oldukça yüksek orandadır. Zaten HIV virüsünün ülkemizde giderek yaygınlaşmasının sebebi bu ve bu nedenle süratle HIV virüsü ile ilgili bir enstitünün kurulması, hatta bu enstitülerin büyükşehirlerde de yaygınlaşması son derece önemlidir. Bununla ilgili birkaç ilimizde üniversiteler bünyesinde birimler bulunmaktadır fakat bunlar bir enstitü bazında çalışma yürütmektedirler.
Bunun yanı sıra, yurt dışından özellikler Afrika’dan kayıtsız bir şekilde ülkemize giriş yapan HIV virüsü taşıyan kişilerin bulunduğu kuvvetle muhtemel bir ihtimaldir. Bu ihtimalden yola çıkarak ülkemize yurt dışından da HIV virüsü taşındığını söylemek çok da yanlış olmaz tabi ki bu ihtimal diğer ülkeler için de geçerlidir.

Yani sonuç olarak, HIV virüsüne sahip olan kişiler hususunda, AIDS konusunda lütfen burada da birçok yerde de bahsettiğimiz gibi insanlar bilgi sahibi olsunlar. Zaten bu bilgilere sahip oldukları zaman bu hastalığa karşı önyargısız bir şekilde bakacaklarını ve bu önyargıları aşmışlıktan dolayı HIV virüsü taşıyan insanlarımızın daha rahat, kendi ülkelerinde huzur içinde yaşayabileceklerini düşünüyoruz. Bunun dışında bu konu hakkında bilgi sahibi olmadığımız sürece, bu sorunların çoğalmasına hatta en yakınlarımızın dahi bu hastalığa sahip olabilmesine yol açacağımızı iyi bilmeliyiz. Çünkü her hastalıkta olduğu gibi AIDS’te de erken teşhis son derece önemlidir ve bu hastalığın varlığını kabullenmeyen bir toplumda erken teşhis neredeyse mümkün değildir.

Alparslan VARER ÜNALAN
alparslan@alparslanvarer.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Top Ad