
AfD’nin seçimlerde elde ettiği rakam maalesef küçümsenecek bir oran değil. Oy kullanan kesimin yüzde 13’ü demek bu insanların bizim iş arkadaşlarımız, komşularımız, okullarda öğretmenlerimiz, üniversitelerde sınıf arkadaşlarımız olduğu anlamına geliyor. Yani, gündelik hayatta birebir iletişimde bulunduğumuz her 8 kişiden 1’i İslamofobik, ırkçı söylemleriyle taraftar toplayan bu partiye sempati duyuyor. Ekonomist ve AfD’nin federal sözcüsü olan Jorg Meuthen’in “Kimi Alman şehirlerinde Alman görmekte zorlanıyorum.” ifadesi onun sadece Almanlığı ten rengiyle özdeşleştirdiğini sezindirmekle kalmıyor, aynı zamanda buna benzer doğuştancı ve dışlayıcı söylemlerin kamusal alanda normalleşmesine de zemin hazırlıyor. AfD’nin Federal Meclis’teki mevcut varlığının bu ülkede yaşayan Türkiye kökenlilere ne hissettirdiğini öğrenmek için farklı meslek ve yaş gruplarından bireylerin fikirlerine başvurduk.
E.Y. (46, İşçi): “Bu durumu genele vuracak olursak sıkıntılı, elbette. Ama şehirden şehire de farklılıklar görülüyor. Ben insanların birbirini tanıdığı küçük bir kasabada yaşadığım için, bireysel olarak ciddi bir ırkçılıkla karşılaşmadım. Ancak, Doğu Almanya kökenlilerin aktif olduğu büyük şehirlerde ve özellikle kuzeyde daha ciddi sorunlar yaşanıyor. Bununla birlikte, ikinci sınıf insan muamelesi her koşulda hissettiriliyor. Bunun için AfD’nin meclise girmesine gerek yoktu. Bizim vatandaşlarımızın da bunu hak edecek davranışları oluyordur. Bunun sonucu olarak, zincirleme bir reaksiyon gerçekleştiğini düşünüyorum.”
S.D. (30, Araştırma Görevlisi): “AfD’nin meclise girdiği gün halihazırdaki gerici atmosferin resmi olarak onaylandığı gün oldu. Bu gericilik, tarihi geçmiş milliyetçilik anlatılarıyla değil, Alice Weidel gibi ekonomi doktoralı, Çin Bankası’ndan tecrübeli, entelektüel ve hiç de muhafazakâr sayılmayacak bir hayat tarzıyla geliyor. Bu yüzden, eğer bugünün faşizmini tanımlayacaksak, bunu swastika dövmeli işsizler ve dazlak motorcularla değil, bankacılar ve broker’lara doğru bakarak yapmanın vakti gelmiştir. Belki de AfD ve benzer oluşumlar kıtasal Avrupa’da artan göçmenlerden değil, onları dilediklerince sömürememekten korkuyordur. Weidel‘in evinde kayıtsız çalışan Suriyeli göçmen ve diplomalarını saydıramadıklarından ötürü preker koşullarda çalışan diğer insanları düşündükçe bu partinin asıl arzusunu görmemek mümkün değil. Almanya‘da bir Türk olarak dazlak kafalılardan çok korkmuyorum, ancak dazlak işveren, hakim, gazeteci ve öğretmenlerin varlığı beni oldukça rahatsız ediyor.”
B.D. (21, Öğrenci): “Almanya’da yabancılara yönelik ırkçılık AfD’nin meclise girmesinden önce zaten yükselişe geçmişti. İnsanların yabancılara karşı olan tutumunun, medyadaki yabancı algısıyla arasında bir paralellik olduğunu düşünüyorum. Uzun zamandır Alman medyasında, sürekli göçmenlerin işlediği suçları görüyoruz ve göçmenler kastı bir şekilde ‘tehlikeli’ olarak resmediliyor. Bu da toplumun bizim gibi müslüman azınlıklara olan bakış açısını etkiliyor.”
E.A. (50, Yönetici): “AfD’nin meclise girmesi açıkçası beni kişisel olarak ilgilendirmiyor. Sonuçta, bu tür ırkçı oluşumlar her zaman vardı. Türkiye’de de siyasi platformlarda ırkın sık sık konu yapıldığını görüyoruz. Irkçılık, buradaki sosyal yaşamda hissedilen bir unsur olsa da AfD’nin meclisteki varlığı bende güvenlik endişesi yaratmıyor.”
ALP UÇAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder