Aile, toplumun en küçük birimi olarak kabul edilir. Aile denince genellikle bir
evde oturan anne ve baba ile, varsa onların evlenmemiş çocukları anlaşılır. Bu
tip aileye "çekirdek aile" denir.
Bu tanıma baktığımızda galiba bir çoğumuz için bir yapaylık barındırmaktadır
diye düşünüyoruz. Bunun dışına çıkarak aileyi nasıl tanımlayabiliriz? Diye
düşündük ve iyisi mi, bir bilene soralım dedik.
Bizde Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Hasan BACANLI’ya sorduk ve kendisi de nezaket gösterip sorularımızı yanıtladı.
Aile kelimesinin literatürün dışına çıkarak tanımlayacak olsanız ne şekilde
tanımlardınız?
Aile toplumun çekirdeğidir veya aile anababa ve çocuklardan oluşan en küçük
toplumsal birimdir gibi açıklamalar oldukça soğuk ve resmi kalır. Aile insanın
soyunu sağlıklı sürdürebilmesi için oluşturduğu bir toplumsal kurum olarak
değerlendirilebilir. Aile sayesinde insanlar çocuklarını yetiştirirler, onların
bedensel ve ruhsal gelişimlerini kolaylaştırırlar.
Gelenekler çerçevesinde aileyi anne baba ve çocuklar dışında dede, nine ve diğer
akrabalardan oluşan bir topluluk olarak tanımlamak daha uygun görünüyor.
Günümüzde ise, aile geleneksel görevlerini bırakmış, çekirdek aile biçiminde
kendi içine çekilmiş bir birim gibi görünüyor. Hatta bu o kadar ileri bir
noktaya geldi ki, anne baba bile kendi kaygılarına düşmeye başladı. Boşanmaların
artması ailenin ne kadar küçüldüğünün ve hatta parçalandığının bir
göstergesidir.
Dolayısıyla günümüz ailesi kendini koruyamayan bir birliktelik haline gelmiştir.
Daha acı bir manzara da bu noktada ortaya çıkmaktadır: Kendini koruyamayan
ailenin çocukları korumalarını beklemekteyiz ki, bu konudaki sıkıntılar bambaşka
sonuçlara yol açmaktadır.
Biraz akademik olmakla birlikte, yabancı literatürde artık tek ebeveynli aile
terimi kullanılmaya başlanmıştır ki. ailenin ne boyutlara kadar küçülüp, kavram
olarak kendini korumaya çalıştığının bir göstergesidir.
Biz gene de aileden fazla taviz vermeden, ailenin en azından anne baba ve
çocuklardan oluşmasını vurgulamaya ve önemsemeye devam edebiliriz.
Toplum gelişimi açısından bakıldığında aileyi ne şekilde değerlendiriyorsunuz?
Aile ile toplumun ilişkisine baktığımızda, aile topluma birey yetiştirme
görevini görmektedir. Ailenin yetiştirdiği çocuklar yetişkin olarak topluma
katılırlar.
Bu yüzden toplumların gelişimi büyük ölçüde ailelerin yetiştirdiği çocuklara
bağlıdır, denilebilir.
Günümüzde toplumlar alışılmış gelişimlerinin dışında bir yol izlemektedirler,
beklenmeyen hızlı değişimler toplumların gidişatı konusunda endişelere yol
açmaktadır. Özellikle bizim gibi, gelişmiş toplum kategorisine girmeyen
toplumlar için küreselleşme bir
tehdit oluşturmaktadır. Bu da toplumların çocuklar için oluşturduğu geleneğin
tehdit altında olması anlamına geliyor. Aile de ne geleneği aktarabiliyor, ne
de kendisi çocukla nasıl ilgileneceğini bilebiliyor. Dolayısıyla, topluma aile
dışındaki faktörlerin etkisiyle yetişmiş bir nesil kazandırılıyor. Kısaca,
ailenin toplumsal gelişime katkısı tartışılabilir hale gelmiştir denilebilir.
Türk aile yapısını sekteye uğratan ve geliştiren faktörler size göre nelerdir?
Hızlı değişmelere ailenin uyum sağlamada zorlandığı açık. Zaten toplumsal
kurumlar hızlı değişimlere karşı biraz hantal dururlar. Aile de aynı şekilde
hıza
ayak uydurmakta zorlanıyor. Ayrıca içinde bulunduğumuz dönemin önemli
özelliklerinden biri, bireyselleşmeye verdiği ağırlık gibi görünüyor. İnsanlar
gittikçe daha fazla bireyselleşiyorlar. Bu da aile içinde bireylerin
birbirlerine karşı tahammülsüzleşmelerine yol açıyor.
Sadece aile içinde değil, toplumda da insanlar birbirlerine karşı daha
tahammülsüzler, hatta zaman zaman bu tahammülsüzlüğün saygısızlık sınırını
aştığı da doğrudur. Ekonomik gelişmeler ailenin ekonomik işlevini sarsmıştır,
bireyselleşme ailenin dayanışma işlevini sarsmıştır. Ailenin özgül işlevinin ne
olduğu tartışılabilir hale gelmiştir.
Aile kurumu kendi işlevini yeniden tanımlamadığı sürece sağlıklı bir şekilde
varlığını sürdürmesi zor görünüyor. Tabii ki toplumsal kurumlar kolaylıkla
yıkılmazlar, ama insanlar ihtiyaçlarını farklı şekilde karşılamaya başladığında
sorgulanabilir hale gelirler. Aile de aşması gereken bir badire ile karşı
karşıya kalmıştır.
Ailenin birçok işlevi vardır. Bu işlevlerini koruyabildiği ölçüde kendini
geliştirir ve korur. Ailenin soyun devamını sağlamasının yanı sıra, ekonomik
işlevi vardır. Yani insanlar ekonomik olarak aileyi bir bütün olarak
aldıklarında daha işlevsel bir ekonomik yapıya sahip olurlar.
Ailenin diğer bir işlevi duygusal işlevdir. Aile bireylerinin birbirlerine
sağlamış oldukları duygusal desteğin toplumda bir karşılığı, daha doğrusu onu
telafi edebilecek bir alternatifi yoktur.
İnsanlar birbirlerini sevebilirler, ama aile içindeki sevgi karşılıksız ve
şartsızdır. Ailenin başka bir işlevi eğitimseldir. Aile bireylerin ilk
eğitimlerini aldıkları yerdir. Çocuklar orada toplumsallaşırlar, orada kendileri
için hayati önem taşıyan ilk bilgileri edinirler. Bu işlevler çoğaltılabilir.
Mesela ailenin eğlence işlevi vardır. Aile bireyleri birlikte eğlenceli vakit
geçirirler. Bu işlevler aynı zamanda aileyi bir arada tutar ve onu geliştirir.
Bu işlevleri tehlikeye düşen ve bu işlevlerini karşılayamaz hale gelen aileler
ister istemez gelişemez ve zayıflar.
Dolayısıyla, aileyi gelişmek istiyorsak onun işlevlerini çalıştırmamız gerekir.
Bunun kısa vadede anlamı şudur: Aile eğitim işlevini ana okullarına veya
bakıcılara havale ederek kendini koruyamaz. Tabii ki içinde bulunulan şartlar
bakıcı veya ana okulunu gerekli kılabilir. Böyle durumlarda aileler birlikte
oldukları zaman kalitesini artırmanın yollarını bulmak zorundadırlar. Kısacası,
hafta içinde çocuğu bakıcıya veya ana okuluna gönderip hafta sonu alışveriş
merkezinde eğlendirmek ailenin işlevlerini tehlikeye düşürür. Bence aileler
birlikte eğlenmenin pratik yollarını devreye sokmalı ve çocuklarını sürekli
olarak bir yerlere götürmekten vazgeçmelidir.
Ülkemiz yerelinde aile içi şiddeti besleyen sebepler nelerdir ve ortaya çıkan bu
şiddet topluma ne şekilde yansımaktadır?
Aile içi şiddetin bireysel ve toplumsal nedenleri vardır. Bireyler gündelik
yaşamla başa çıkmada zorlandıkları zaman anormal yollara başvururlar.
İşin kötü yanı, aile böyle bir durumda nerdeyse en uygun patlama noktası gibi
görünüyor. Toplumdaki sıkıntılara karşı birey en yakınından başlayarak
saldırganlık göstermeye başlıyor.
Bireyler toplumdan ve hayattan büyük beklentiler içindeler; zengin olmak
istiyorlar, birçok şeyleri olsun istiyorlar, birçok şey yapmak istiyorlar
(reklamların bu noktada büyük etkisi olduğu açık, zaten sistem de onu istiyor).
İstediğini yapamayan bireyler kendilerini engellenmiş hissediyorlar.
engellemenin en açık sonucu saldırganlıktır.
İnsan engellendiği zaman etraftaki bir şeylere saldırarak kendini rahatlatmaya
çalışıyor. Toplumda engellendiğini düşünen bireyler de etraflarındaki birilerine
veya bir şeylere zarar verme eğilimi gösteriyorlar. Bu bireyler sürekli olarak
bir barut fıçısı gibi ortalıkta dolaşıyorlar. En ufak bir kıvılcım onların
patlamalarına yetiyor. Etraflarındaki küçük bir düzensizlik veya "haksızlık"
veya küçük bir ima veya başka küçük bir engellenme insanları
saldırganlaştırıyor.
Tabii ki aile içi şiddeti bir faktöre açıklamak yeterli de değildir, doğru da
değildir. Mesela, bir günah keçisi sendromundan söz edilebilir. Kişiler toplumda
gösteremedikleri saldırganlıklarını zayıf gördükleri aile bireylerine
yönlendirebilirler. Patronuna kızan veya sisteme kızan birinin karısını veya
çocuğunu dövmesi böyle bir şeydir. Veya, babaya kızdığı ama onu dövemediği için
çocuğunu döven anne böyle bir durumdadır. Veya sistem içinde uygun başa çıkma
yollarını bulamayan birinin ailesini ortadan kaldırması benzer bir durumdur.
Bütün bunların arkasına bir de "kızını dövmeyen dizini döver" veya "(koca) sever
de döver de" gibi kültürel yönelimleri de eklerseniz, aile içi şiddet işin
içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Yani, toplumda kültürel olarak şiddeti
engelleyen öğelerin çok iyi çalışmadığı da aşikar. Kültürümüz erkekler için
saldırganlığı makul ve mazur gören bir kültürdür. Erkek adamın bazı şeyleri
yapmasını haklı bulmak onların saldırganlığının da çıkış noktalarından birini
oluşturuyor.
"Kızını dövmeyenin dizini dövdüğü bir toplumda karısını dövmeyen adam, çocuğunu
dövmeyen anababa da başka şeyleri dövmekten kaçınmaya çalışıyor gibi görünüyor."
Toplumsal şiddetle aile içi şiddetin karşılıklı etkilendiğini düşünüyorum. Yani
aile içi şiddet topluma yansıyor demek tartışılabilir bir husus. Son
zamanlardaki olaylara bakılırsa, tersi daha doğrudur: Toplumda engellenmişlik
yaşayan bireyler, topluma karşı göster(e)medikleri saldırganlıklarının
yakınlarına göstermektedirler.
Aile içi kültürel değerleri yozlaştıran sebepler size göre nelerdir?
Ailenin işlevlerinin tartışılabilir hale gelmesi ve hızlı değişme, bu noktada
önemli faktörler. Ayrıca değer eğitiminin yanlış yapılıyor olması daha önemli
bir faktör. Değer eğitimi yapıldığı söyleniyor, ama eğitimi verenlerin
kafalarında değerler net olmadığı ve beklentinin dışında anlamlar taşıdığı için,
değer eğitimi çalışmaları etkili olamıyor. (Biz bu yüzden değer bilinçlendirme
adıyla yeni bir değer eğitimi yaklaşımı geliştirmek durumunda kaldık.)
Sosyokültürel kalkınmada aile içi dayanışmanın önemini ne şekilde açıklarsınız?

Gerçekten toplumsal bir kalkınma ancak bireylerin dayanışması sayesinde
gerçekleştirilebilir. İnsan başkası ile insan olur. Başkası bizim
erişebildiğimiz ve
havamızı paylaştığımız kişidir. Paylaşım toplumları ayakta tutar. Bu özellikler
aileden öğrenilerek edinilir ve topluma yayılır. Ama gene bu noktada ailenin
aşması gereken bir engel daha var: Anababalar çekirdek aile ile birlikte,
karşılaştığı durumlarla nasıl başa çıkabileceğini bilemez hale geldiler.
Eskiden dedelerden ninelerden öğrenilen çocuk yetiştirme uygulamaları anne
babaların kendilerinin el yordamıyla öğrenmeleri gereken bir konu haline
gelirken çocukları da deneme tahtası haline getirdi. Onlar da bu konulardaki
açlıklarını kitaplardan öğrenmeye çalışıyorlar. Oysa kitaplar genel olarak
çocukların nasıl yetiştirilebileceği ile ilgili bir şeyler söyler, ama "sizin"
çocuğunuzun nasıl yetiştirilebileceğini söylemez. Ayrıca, genellikle de Amerikan
toplumu örnek alınarak yazılmıştır, oysa bu toplum farklıdır ve bu toplumda
çocuk yetiştirmek Amerikan toplumuna benzemez.
Bunun acı bir örneğini anmadan geçemeyeceğim. Ünlü bir üniversitenin hazırlamış
olduğu anababalık ile ilgili bir kitabın arkasında Türkçe bir kaynak bile yok.
Yabancı kaynaklara dayanarak anababalara bu toplumda bu çocuklara nasıl
anababalık edilebileceğini öğretemezsiniz.
Ayrıca anababalara yönelik verilen eğitimler de iyi geçinin, paylaşın demekten
öteye geçemedi. Çocuğunuzla arkadaş olun gibi bir öneri ile karşı karşıya kalan
bir anababa grubu var. Oysa, her rol çocuk için farklı bir değere sahiptir. Eğer
anababalar çocuklarına arkadaş olurlarsa, çocuklar anababa ihtiyaçlarını
dışardan bir yerlerden temin etmek zorunda kalırlar.
Daha kötüsü. bu anababa olarak aldıkları kişi veya kurumlar sizin yerinizi
tutamadıkları gibi çocuğunuzu sizin istemediğiniz yerlere veya olaylara
yönlendirebilirler. Anababaların çocuklarıyla ilişkilerinin kalitesini
artırmaları gerektiği tabii ki doğrudur, ama bunu anababa kalarak yapmak
zorundadırlar. Onlara çocuklarıyla arkadaş olmalarını öğütlemek çocukları
anababasız ırakmak demektir.
Anababalara yönelik aile eğitimi adıyla verilen eğitimler onları eğitmekten çok
ona öğüt vermeye tercih etmektedir. Ayrıca bu eğitimler daha çok kadınlar
tarafından izlenmektedir. Kısacası, aile eğitimi adıyla verilen eğitimler amaca
hizmet etmede zorluklar yaşamaktadırlar.
Alparslan VARER ÜNALAN
alp@yasamvetoplum.com
alp@yasamvetoplum.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder