Nasuh Mahruki Sohbetimiz - Yaşam ve Toplum Haber

SON DAKİKA

Post Top Ad

Post Top Ad

Paylaşın Başkaları Da Bilgilensin

Nasuh Mahruki Sohbetimiz

İlk temasımız Nasuh Mahruki'nin eşi Mine Mahruki ile oldu ve sıcakkanlı, hanımefendi yaklaşımı nedeni ile bahsetmeden geçemedim. Bana göre geniş kapsamlı bir toplumsal çalışma yürütüyorsanız en büyük destekçiniz eşinizdir, ailenizdir, sevdiğiniz, sizi seven insandır. Bu insanların desteği, özellikle eşinizin desteği önemli bir motivasyondur ve toplumsal çalışmalar gibi zor aktivitelerde motivasyonunuz eksikse çalışmanız mutlaka sekteye uğrar. Hem de sizin tarafınızdan! Yani "Her başarılı erkeğin ya da kadının ardında duyarlı bir eş vardır." sözü boşa söylenmemiş. Nezaketi ve hanımefendiliği ile Mine Mahruki bende böyle bir intiba uyandırdı.
Vallahi, bir ara sohbet arasında Mine Hanım içeri ikramlarını getirmeye gidince Nasuh; "Ooof of! Dostum sorma şu kadın milletinin dırdırı, vesvesesi hiç çekilmiyor ama ne yapacaksın? Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete" dedi ve bu durum bizi gerçekten çok şaşırttı, desem de, başkaları dese de inanmayın. Bir amaç için kenetlenmiş, birlikte hareket eden, uyumlu bir çift "Allah bir yastıkta kocatsın!" diyelim ve sohbetimize geçelim.
Her zamanki gibi ilk sorumuz Nasuh Mahruki'nin toplumsal çalışmalara neden girme ihtiyacı duyduğuna dairdi.
Nasuh Mahruki: "Bir musibet bin nasihatten daha iyidir." denir ya, bizimki de aynen öyle oldu. Doksan dört kasımında Bolkar Dağlarında bir dağ kazası oldu ve iki üniversite öğrencisi çocuk hayatlarını kaybetti.
Beş kişlik bir grup Bolkar'a tırmanıyor ve ardından bir fırtına kopuyor, üçü inmeyi başarıyor fakat ikisi dağlarda kayboluyor. Tabi o zamanlarda Türkiye'de organize olmuş bir arama kurtarma takımı yok. Bu tür kazalarda dağcılar olaya müdahale eder, artık gönüllü olarak kim katıldıysa onunla operasyon gerçekleştirilirdi.
Kazanın ardından bölgeye epey kalabalık bir grup olarak gittik. İki gurup halinde on dört gün uğraştık. Tâbiri câizse dağların altını üstüne getirdik, hatta iki tane helikopter kiralanmıştı ve helikopterler bizi Bolkar Dağlarının zirvesine bırakıyordu. Oradan vadileri tüm gücümüzle, süratle taramamıza rağmen kardeşlerimize ulaşamadık. Daha sonra çocuklardan birinin cesedini bir çoban buldu ama öbür kardeşimizden halen haber yok.
İşte, bu olay bir şeyi çok iyi anlamamı sağladı. Böyle bir durumda harekete geçecek gerekli donanıma ve tecrübeye sahip insanların bulunması yetmiyor çünkü dağcılık farklı, arama kurtarma farklı bir durummuş. Bunu, bu çok üzücü, insanı çaresizlik içinde bırakan tecrübe ile anladım.
Ardından hemen harekete geçtik ve bir avuç dağcı bir araya gelerek bu tür kazalar karşısında daha organize, dağcılık konusunda donanıma, kondisyona sahip olmakla birlikte arama kurtarma konusunda da eğitimli insanların oluşması adına ve bu çalışmaları toplumla paylaşmak adına AKUT'u kurma kararı aldık. Bana göre bu, hayatımda aldığım en doğru kardı.
AKUT'u ilk kez doksan dokuz depreminde tanıdık o günleri biraz aktarır mısın?
Nasuh Mahruki: Aslında deprem ve tabi afet gerçeğini Türkiye doksan dokuz depremine kadar unutmuştu. Doksan dokuz  depreminde bir anda durum başka bir mecraya geldi çünkü Türkiye korkunç bir travma ile karşı karşıya kalmıştı. Halk belki de uzun zamandır ilk kez genlerindeki değerleri yeniden su üstüne çıkarma ihtiyacı duymuştu. Tüm kurum ve kuruluşların sınıfta kaldığı o süreçte bir örgütlü kuruluş “AKUT” ayaktaydı ama biz de 110, 120 kişilik bir guruptuk.
Ülkenin bir çok yerinden gelen binlerce insanımız muazzam işler yaptılar. AKUT orada bir rol model olarak kendini gösterdi çünkü bir kurum kültürü vardı, üniforması, kendi içinde saygıya dayalı bir hiyerarşisi vardı, bir lojistiği vardı, yani örgütlü, örnek bir kuruluştu. Oradaki insanların bu örgütlü yapıdan örgütlü topluma dair bir şeyler çıkardıklarını düşünüyorum.
Peki, örgütlü toplum olgusunu 99 depremi sonucunda biz mi yarattık? Tabi ki, hayır! Bu olgu yüzlerce yıl öncesine dayanan köklü bir mirasın eseridir.
Bak, doğa boşluğu kabul etmez ve işte bu deprem sırasındaki boşluğu da AKUT o vakit tamamladı. AKUT olmasaydı, o an orada olan başka bir kurum ya da kuruluş o boşluğu tamamlayacaktı ama lojistiği ve çabukluğu nedeniyle bu AKUT'a kısmetmiş. Durum bundan ibaret, aslında daha geniş bir bakış açısıyla baktığınızda çokta abartılacak, destansı bir şey yok.
Tüm bu zorlu çalışmalar sürecinde gönüllü katılımı, bürokrasi veya buna benzer sorunlar yaşadınız mı?
Nasuh Mahruki: Çalışmalarımızda gönüllülük açısından hiçbir sorunumuz olmadı, halen de böyle bir sorunumuz yoktur. Sonuçta biz insan hayatı kurtarıyoruz ve hayat kurtarmak insanları onore edici bir durum olması nedeniyle kişiler gönüllü olmayı yoğunlukta talep etmektedirler.
Dünyada hiçbir şey ile karşılaştıramayacağın, ölçemeyeceğin bir duygu bu. Sonuçta eğer insana hizmet esassa, yaşarken, halen elin, ayağın tutuyorken hizmet edeceksin. Bizi kendi içimizde birbirimize bağlayan, gönüllülerimizin günden güne hizmet bilinciyle artmasını sağlayan yegane unsur budur.
Ama tabi toplumda fazlasıyla göze gelir işler yapmaya başladığın zaman, belirli köşeleri tutmuş, hizmeti değil, rekabeti rehber alan statükocu çapsızlar karşınıza çıkıyor. İşte bu insanlardan yana çok ciddi sorunlarımız oldu.
O dönemki devlet içerisindeki üst düzey bir takım kişiler ile çok büyük sorunlarımız oldu ve bu kişilerin ilk refleksleri şaşkınlık vericiydi.
Doksan dokuz depremi sırasında aç, susuz enkazlarda çalışıyoruz, elimiz, kolumuz kan, yara bere içinde. Düşün, ilk beş günde sadece altı saat uyuyabildik.
Sonra ne oldu? Dönemin bir bakanı ve bu gün de hala milletvekilliği yapan bu kişi, "AKUT gönüllüleri olan durumu şov amaçlı kullanıyorlar, bu nedenle haklarında soruşturma başlatacağım." dedi. Yahu, geceli gündüzlü çalışmalarla 220 insanın hayatını kurtarıyorsun ve taktir ederek motive edecekleri yerde, buna şov diyerek hakkında soruşturma başlatıyorlar. Garip, çok garip! Bunu yaklaşımı anlamak mümkün değil.
 Yapılan çalışmaların medyada yer bulması ve ortaya çıkan görüntülerde, enkazlarda çalışan gönüllülerin üzerinde yoğunlukla AKUT yazılı üniformaların göze çarpması sonucu, destek gönderenlerde nasıl bir algı oluştuysa Değirmendere'deki kurduğumuz yardım kampına gelen araçlar bizim bilgimiz dışında, refleks olarak araçlarının önüne AKUT yazarak giriş yapıyorlardı. Yani, çalışmanın hem lojistik, hem dağıtım, hem de arama kurtarmasıyla ilgileniyorduk. Tabi bir de suçlamalarla!
Dur, daha bunula da bitmedi! İstanbul'a döndüğümüzde herkes yaptığımız çalışmaları takdir ve sevgiyle karşılarken dönemin Valisi AKUT'un hesaplarına el koymaya kalktı. Valiyle telefonda çok sert bir konuşma geçti ve konuşmanın sonucuna doğru, "Sayın Valim ben bu durumu halka yarın yapacağım bir basın toplantısıyla aktaracağım. Çünkü biz kamu yararına bir derneğiz ve bize bu desteği verenler, verdikleri desteğin nereye gideceğini bilmeli. Daha sonra her ne yapıyorsanız yaparsınız." dedim. Neyse, daha sonra araya hatırı sayılır kişiler girdi ve olay tatlıya bağlandı, hesaplar tekrar açıldı.
Tam başka bir soru yöneltmek için ağzımı açtım ama;
Nasuh Mahurki: Duur, daha bitmedi, bitmedi! Ardından, Amerika'da FEMA'ya "Federal Emergency Management Agency - Federal Acil Durum Yönetim Ajansı" eğitmenlerimizi gönderdik. Bu işin asıl yeri orası, bu işin kültürü orada. Orada üç eğitmenimiz beş hafta eğitim aldılar ve döndüklerinde yerel bazda, mahallelerde Amerika'da geliştirilen Toplum Afet Mücadele Takımı denen bir çalışma modelini uygulamaya koyduk.
Bu çalışmada Türkiye'de bir ilkti ama bir formaliteyi, bürokratik bir işlemi atlamışız. Dernekler müdürlüğünden yurt dışında alınan eğitimler ile ilgili izin alınması gerekiyormuş. O dönem çok yoğun, kafamızı kaldıracak zamanımız yok ve "Memleketimize yeni ne getirebiliriz de arama kurtarma konusunda aynı çaresizliği yaşamayız." derken. Yönetim Kurulundaki arkadaşlarımla birlikte bir sene hapisle yargılandık. Tabi sonunda beraat ettik ama zihnen yorucu ve bir vatan sever olarak çok incitici bir süreç oldu.
Kamu yararına dernek olmamıza rağmen arama kurtarma için kullandığımız, insanlarımızı kurtarmak için kullandığımız kırk aracımızın vergisini, telsizlerimizin telsiz kullanım bedellerini halen ödemekteyiz. Bu konuyla ilgili de girişimlerim oldu ama nâfile.
Karşılaştığınız bu sorunları farklı bir bakış açısıyla değerlendirecek olsanız nedenleri konusunda neler söylerdiniz?
Nasuh Mahruki: Sonuçta insanoğlu dediğimiz biyo, psiko, sosyal bir varlık. Bunun anlamı şu; Göz rengi, saç rengi, boyu, kas yağ oranı gibi biyolojik özellikleri var. Duygu ve düşünceleri gibi psikolojik özellikleri var. Sosyal bir varlık, yani diğer insanlar ile birlikte hareket ederek hayatının devamlılığını sağlıyor. Bizim yapımız bu ve bu yapı toplumsal hayatı şekillendiriyor. Toplumsal yapı dediğimiz de bir ortaklık aslında. Biz dünya denen ortak yaşam alanını paylaşan varlıklarız ve bunun farkında olduğumuz oranda yaşamımız güzelleşiyor ve kaliteli hale geliyor.
Bahsettiğim ortaklık insanlara bir takım sorumluluklar getiriyor ve bu sorumlulukların gereği, her bireyin, etkili, hareketli ve toplum yararına çalışıyor olması gerekmektedir. Toplumsal kalkınma noktasında gelişmiş ülkeler bu şekilde bir yere geldi. Biz gelişmekte olan bir ülkeyiz ve ülke geneline bakıldığında, ne yazık ki toplumsal çalışmalara katılım anlayışına sahibiz diyemeyeceğim.
Sevgili dostum, biz ortak yaşam anlayışını benimseyemediğimiz sürece toplumsal sorunlarla boğuşmaya mahkumuz. Ortak yaşam anlayışını benimsemeyen her ülke bu kadere mahkumdur.
Tabi temennimiz ülkemiz topraklarına yardımsever insanlarımızın artması ama profesyonel anlamda yani sivil toplum kuruluşlarına katılımcı olan insanlarımızın günden güne çoğalarak artması ve yardımseverlik endeksinde daha yukarılarda bir Türkiye.
Nasuh Mahruki bu konulara vurgu yaparken benim de bam telime basmıştı ve bu noktada burada yazamayacağım kadar uzun bir süre dertleştik. Toplumsal çalışmalar yürüten her dostumla konuşmamda bu dertleşmeyi hep yaparız ve ekleriz. "Toplumsal duyarlılık noktasında yılmadan, aydınlığa kavuşuncaya kadar durmak yok."
Artık iyi niyetliliğin hareket bulmuş halinin yardımseverlik olduğunu ve hareket bulmamış iyi niyetin iyi niyet olmadığını anlamamız gerekmektedir. Sonuçta çeşitli bahanelerle kendimizi kandırarak topluma hizmet adına fiili anlamda hareket etmiyorsak ve buna rağmen kendimizi yardımsever olarak tanımlıyorsak hayal aleminde yaşıyoruz demektir. Bunu ne kendimize nede bu topluma yapmaya hakkımız yok.
Hizmet dolu günler dileriz...
Alparslan VARER ÜNALAN
alp@yasamvetoplum.com

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Top Ad

Paylaşın Başkaları Da Bilgilensin